Aşı, Avrupa’ya İstanbul’dan gitti: Osmanlı’daki ilk aşı çalışmaları

Geçmişte Avrupa’yı aşı ile tanıştıran Osmanlı Devleti’ydi. Sultan II. Abdülhamid döneminde zorunlu hale gelen aşının üç doz uygulandığı dahi olmuştu. Peki, aşı tarihimizde neler yaşandı?

06 Eylül 2021 Pazartesi 12:52
Aşı, Avrupa’ya İstanbul’dan gitti: Osmanlı’daki ilk aşı çalışmaları

Haber7 / Seda Vurucu

Yaşadığımız coğrafyada aşı uygulamalarının asırlar öncesine uzanan bir geçmişi bulunuyor. Salgın hastalıkların önlenmesinde önemli bir rol üstlenen aşı, Osmanlı döneminde bilinen ve uygulanan bir yöntemdi. 

Büyükbaş hayvanlardan alınan çiçek hastalığı mikrobuyla aşılanan çocukların çiçek hastalığına yakalanmadığı, Türkler tarafından bilinen bir husustu. 

İlk olarak Hindistan ve Çin’de tatbik edilen çiçek aşısı, Kafkaslardan Osmanlı coğrafyasına geldi; Avrupa’ya geçişi ise bir İngiliz leydisinin İstanbul’a ayak basması sayesinde oldu. 

ÇİÇEK HASTALIĞI YÜZBİNLERCE İNSANIN ÖLÜMÜNE SEBEP OLDU 

Çiçek hastalığı, tarihte en çok ölüme sebep olan salgınlardan biri. Vebadan sonra en çok ölüme sebep olan ikinci salgın hastalık olan çiçek hastalığı, Asya ve Avrupa’da tarih boyunca yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oldu.  

Çiçek hastalığının dünya genelinde 25 milyonun üzerinde insanın ölümüne neden olduğu düşünülüyor.  

18. yüzyılda Avrupa’da yaklaşık 400 bine yakın kişi çiçek hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi. İsveç’te doğan çocukların yüzde 10’u yine bu hastalık sebebiyle öldü. 

Amerika kıtasının keşfinin ardından çiçek hastalığına bağışıklığı bulunmayan Kızılderililerin ölümlerinin başında yine bu hastalık geliyor ve Kızılderililerin yüzde 90’ının bu nedenle yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor. Benzer bir durum Avustralya’nın keşfedilmesiyle de yaşandı. 

AVRUPA AŞIYLA OSMANLI SAYESİNDE TANIŞTI 

Sultan III. Ahmed’in hükümdarlığı döneminde diplomat Edward Wortley Montagu, 1716’da İngiltere elçisi olarak İstanbul’da göreve başladı.  

Onun kâtipliğini yapan eşi Lady Montagu, Osmanlı Devleti’nde geçirdiği iki yılı, kaleme aldığı mektuplarla İngiltere’deki arkadaşlarına anlattı. 

Geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle yüzünde izler kalan Lady Montagu, o dönemde Avrupa’da bilinmeyen çiçek aşısının Osmanlı’da yaygın olarak kullanıldığını gördü. 

Hafif çiçek çıkaranlardan alınan hastalık mikrobu, çiçek çıkarmayanların derisine çizilerek sürülür böylece bağışıklık kazanması sağlanırdı. 

BİR MEKTUPLA OSMANLI’DAN AVRUPA’YA TAŞINAN BİLGİ 

Bilim dünyasında Müslüman âlimlerin yaptıkları katkıların derlendiği 1001 İcat - Dünyamızda İslam Mirası adlı eserde yer alan bilgiye göre Lady Montagu, Osmanlı Devleti’nde bu aşının nasıl uygulandığını gördü ve oğluna büyükelçilik hekimi Charles Maitland tarafından aşı yaptırdı.  

Ardından bu uygulamayı kaleme aldığı bir mektupla arkadaşına anlattı. Osmanlı topraklarında çiçek hastalığının önüne aşı ile geçildiğini, pek çok yaşlı kadının bu işlemi yapmayı görev edindiğini, aşılanmada en uygun zamanın sonbahar olduğunu kaleme aldı. 

Osmanlı coğrafyasında geçirdiği 1717-1718 yıllarındaki hatıraları Türkiye Mektupları olarak kitaplaştırılan anılarında Lady Montagu, aşının detaylarını anlattığı mektubunda yapılan uygulamayı detaylarıyla yazmıştı:  

“Ceviz kabuğu içine doldurulmuş çiçek hastalığı aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse, o damarı büyük bir iğne ile açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya koyduktan sonra yarayı bağlıyor ve üzerine bir ceviz kabuğu yapıştırıyorlar. Bütün bu ameliye sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor. Aynı şeyi dört beş damara daha yapıyorlar... Aşı için vücudun kapalı yerleri tercih ediliyor. Aşılanan çocuklar sekiz gün oynuyorlar, bir şey olmuyor. Daha sonra bir sıtmaya tutuluyorlar ki iki gün, üç gün yatakta yatıyorlar. Yüzlerinde yirmi otuz sivilce çıkıyor. Fakat sekiz gün içinde hiç hastalığa tutulmamış gibi oluyorlar. Açılan yaralar hastalıkları boyunca akıp çiçeğin zehrini atıyor, başka taraflara yayılmasına mani oluyor.” 

Bu uygulamanın binlerce çocuğa yapıldığını belirten Lady Montagu, aşı nedeniyle kimsenin ölmediğini, faydasına inandığı için çocuğuna da yaptıracağını sözlerine eklemişti. 

AŞI ANLAMINA GELEN ‘VACCINE’ İNEK SÖZCÜĞÜNDEN TÜRETİLDİ 

En önemli gelişme ise Montagulerin İstanbul’daki hekimi Dr. Emmanual Timoni’nin 1724 yılında aşının bilimsel açıklamasını İngiltere Kraliyet Hekimler Birliği’ne sunmasıydı. Böylece Avrupa’da bilim dünyası da çiçek aşısı ile tanışmış oldu.

İlk modern aşı ise İngiliz cerrah Edward Jenner tarafından 1796 yılında geliştirildi.  

Kraliyet Cemiyeti’ne sunulan deneyin yetersiz ve çok devrimci bulunması üzerine Jenner, 11 aylık oğlu da dahil olmak üzere pek çok çocuk üzerinde aşı denemeleri yaptı ve sonuçları raporlaştırarak 1798 yılında onay aldı 

Jenner, aşı anlamına gelen “vaccine” kelimesini de Latincede inek manasına gelen “vacca sözcüğünden türetti. 

İlerleyen yıllarda İngiltere’nin yanı sıra Fransa, Rusya, İsveç ve İtalya’da aşı hızla yayıldı. 

OSMANLI’DA İLK YERLİ AŞI DENEMELERİ 

Osmanlı Devleti’nde Jenner metoduna göre ilk aşı, 1800 yılında İstanbul’da yapıldı.  

Avrupa’dan ithal olarak temin edilen aşılar, istenilen zaman ve miktarda gelmediğinden “yerli aşı” için denemelere başlandı.

Tarihimizde modern tıbbın öncüsü olarak kabul edilen Şanizâde Ataullah Efendi, 1811 yılında yerli aşı denemesi yaptıysa da başarılı olamadı. 

1839 yılında aşı uygulamaları için Mekteb-i Tıbbiye görevlendirildi ve 1840 yılında aşının ücretsiz olmasına ilişkin padişah kararı yayınlandı.  

İstanbul’da 5 yıl sonra çiçek salgınının ortaya çıkması nedeniyle yeniden aşı denemeleri yapıldı. Zira bu salgında Avrupa’dan alınan aşılar etkisiz kalmıştı. 

1847 yılında Hekim İsmail Paşa yerli aşı üretme girişiminde bulunmuşsa da yan etkileri nedeniyle aşı üretimi gerçekleştirilemedi ve ithal aşıya devam edildi. 

1867 yılında başlatılan aşı kampanyasında devlet görevlileri mahallelerde dolaşarak aşılanmayan çocukları tespit ettiler ve Mekteb-i Tıbbiye başta olmak üzere kurulan pek çok önemli merkezde çocuklar aşılandı. 

ABDÜLHAMİD’İN PASTEUR’Ü DESTEKLEME ŞARTI 

Bu dönemde aşı çalışmaları gerçekleştiren ve dünya tıp tarihine geçen bir başka isim, Fransız kimyager ve mikrobiyolog Louis Pasteur’dü. 

Kuduz aşısı ilk kez 1885 yılında uygulanmış; aşının ardından Pasteur, kuracağı enstitü için devlet başkanlarına mektup yazarak yardım talep etmişti. 

Dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid, çalışmaların İstanbul’da 

sürdürülebilmesi şartıyla yardım yapabileceğini bildirdi. 

Pasteur’ün bu teklifi kabul etmemesi üzerine Abdülhamid, kendi bütçesinden 10 bin frank ile en önemli Osmanlı nişanlarından olan Mecidiye Nişanı’nı Pasteur’e yolladı. 

Çalışmaların İstanbul’da da sürdürülmesini isteyen II. Abdülhamid, Dr. Hüseyin Remzi Bey, Zoeros Paşa ve Veteriner Hüseyin Hüsnü Bey’den oluşan heyeti Pasteur’ün enstitüsünde asistan olarak yetiştirilmek üzere Paris’e yolladı.

Amacı, Osmanlı tıbbını geliştirecek yöntemlerin bu hekimler tarafından öğrenilmesi ve diğer hekimlere aktarılmasıydı. 

BOZULMADAN ULAŞIMI SAĞLANMASI İÇİN PEK ÇOK VİLAYETTE AŞI MERKEZİ KURULDU 

1887’de Zoeres Paşa’nın kliniğinde Kuduz Tedavi Merkezi kuruldu ve bu merkezde hem kuduz aşısı hem de difteri serumu üretildi. 

1892 yılında Dr. Hüseyin Remzi Bey tarafından yerli aşı üretimi için Telkihhane-i Şahâne kuruldu.  

1893 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile aynı bahçede yer alan Bakteriyolojihane-i Şahane’nin temelleri atıldı. Osmanlı’da o dönemde görülen kolera salgını, bu kurumun kuruluşunda etkili oldu.   

Artan aşı ihtiyacı ve aşıların bozulmadan ulaşımını sağlayabilmek adına bazı vilayetlerde yeni aşı üretim merkezleri inşa edildi. 

AŞI KADEMELİ OLARAK ZORUNLU HALE GETİRİLDİ 

Bu süreçte aşamalı olarak okullarda hastalığı atlatmayan çocuklara, hapisteki mahkumlara, devlet dairesinde işe başlayanlara, yeni doğan bebeklere ve fabrika işçilerine çiçek aşısı zorunlu hale getirildi.

Osmanlı arşivlerinde yer alan 1906 ve 1913 tarihli bu “aşı şehadetnameleri”nde, uygulanan çiçek aşıları belgelenmişti. Öyle ki aşılananlar arasında üç doz uygulananlar dahi bulunuyordu.  

1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları üretilerek kullanıldı. 1927 yılında ise verem aşısının üretimine başlandı. 

Aşı üretiminde Dr. Refik Saydam tarafından 1928 yılında kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, bu anlamda bir dönüm noktası oldu. 1940 yılı itibariyle ise karma aşılar üretilmeye başlandı.

HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ’NÜN ÇALIŞMALARI 1997’DE BİTİRİLDİ

Kuduz, çiçek, tifüs, verem, difteri, boğmaca, tetanoz, kolera ve influenza aşılarının üretilebildiği Türkiye’de aşı üretim teknolojilerine yatırım azaldı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün çalışmaları 1997’de bitirildi.  

Aşı üretiminin son bulmasıyla aşılar yurtdışından ithal edilmeye başlandı.  

Covid 19 salgınının olumsuz etkilerinin önüne geçilebilmek amacıyla yerli aşı üretiminin önemi bir kez daha anlaşıldı. 

KAYNAK: HABER7

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner60

banner64

banner49

banner63