İslam Hakikati ve Bugünkü Dinde yeri olmayan Hurafeler

Günümüzde tasavvufî hayâtın içinde bulunduğu öne sürülen bid’at ve hurâfeler aslında İslâm toplumunun ortak problemidir. Tasavvuf ya da başka İslâmî çevrelerde görülen birtakım bid’at ve hurâfelerin temel sebebi bilgi eksikliğidir. Hurâfe ve bid’atin tek sebebi kuran ve sünnet uzak İslam fıkhını bilmeyen zatların şeyh olduklarını iddia etmeleridir.

Ehl-i sünnet çizgisinde, olan cehâletten kurtulmayı görev sayan tarîkatlar hurâfelerle mücâdele etmektedirler lakin onlarında etkisi pek fazla yoktur. Nitekim XIX. yüzyılda başta Kadiriler ve Nakşbendîler ilim medreselerine sahip insanlardan seçilirdi. Hiçbir kişi, cemiyet, cemaat ve tarikata, düşünce ve yaklaşıma karşı nefsi ve şahsi bir kin ve düşmanlığımız asla olamaz. Allah’ın yeryüzüne indirdiği Hz. Peygamberin bize tebliğ ettiği sünneti yaşamak ve yaşatmaktır yegâne amacımız. Ehlisünnet velcematin hak mezhep ulemanın çizdiği çerçevede doğruları ve yanlışları söylemek bizim vazifemizdir.

Dinimizin sadece Allah’ın dini olduğu ve din kurucusunun sadece Allah ve Resulü olduğunu dinin her konuda tamamlanmış ve ikmal edildiğini, efendimiz den sonra artık hiçbir kulun dinin İnanç ve ameli konularda eksik veya fazla bir müdahalede bulunamayacağı, düstur olarak kıyamete kadar Allah’ın kitabı ve Resul’ünün sünneti her konuda yeterli ve gerçek müstakim yolu olduğunu, Allah’ın kullarına şah damarından daha yakın gizli ve aşikar ettikleri her şeyi bilen, kulun duasını direk ve vasıtasız olarak icabet eden, “Künfeyekün“ ile her şeyi halk eden, tasarruf sahibi sadece eşi ve benzeri olmayan Allah’a ait olduğunu aksi taktir de bazı kimselerin kişisel makam ve kişisel menfaatleri uğruna, dini istismar ederek ruhbanlık ve şeyhlik/tarikat kisvesiyle, Allah ile kulları arasına girip aracı olup, kulun affına, tövbesine ve isteklerinin tahakkukuna yardımcı olacağını ve Allah’a yaklaştıracağını, şeyhlerinin vefatından sonra birçok konularda ruhlarının dünyevi tasarrufta bulunacaklarını, istimdad ve rabıta hallerinde, bu ruhları çağıran yada zorda kalanlara el uzatacaklarını, şeyhlerinin gaybtan haberdar olduklarını aynı zamanda söz konusu şeyhlerinin de bu konuda bilerek veya bilmeyerek yaptıklarında ısrarcı ve Allah yanında haşa söz sahibi olduklarını, müridlerine ve Müslümanlara bu batıl ve şirk dolu hurafeleri, dindenmiş gibi ortaya tezahür etmeleri, kıyamete kadar teminat altında olan yüce dinimizin berrak ve cihan şümülünü, kişisel menfaatleri için şeytanın onlara tezyin ettikleri hayalperest safsataları ve delaletlerini, bidat ve hurafelerini, ayet ve hadislerle ortaya koyacağım.

İstismarcı insanların amacı, asla Allah rızası değildir. Onlar, İslam’ı şahıslar üzerine bina ederler. Hak ve hakikatin yegâne temsilcilerinin kendileri olduğunu iddia ederler. Kur’an’ın ifadesi ile “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Hâlbuki onlar bozguncuların ta kendileridir. Lâkin anlamazlar.”[ Bakara, 2/11, 12.] Evet, ayet-i kerimelerde de işaret edildiği gibi bu tür kişiler, suret-i haktan görünerek toplumu ifsat ederler. Milli ve manevi değerler üzerinden güç devşirirler. İnsanların iyi niyetlerini suistimal ederler, geleceklerini çalarlar.

İslam, kur’an ve sünneti dayalı, aklı ve hakikati esas alan bir dindir. Ancak tarih boyunca İslam coğrafyasına, aslında Kur’an ve Sünnet te yeri olmayan, fakat din kisvesi altında benimsenen bazı batıl inançlar ve uygulamalar girmiştir. Bu tür inanış ve uygulamalar “hurafe” olarak adlandırılır. Hurafeler, hem bireysel inancı hem de toplumsal yapıyı olumsuz etkileyebilecek sapmalar doğurur.

Allah’ın ve insanoğlunun ebedi düşmanı olan şeytanın Ümmeti Muhammed’ e olan tuzaklardan biride gizli şirkler olan batıl inançlar ve dini hurafelerle ibtilasıdır. Batıl inançları hayatımızın içine sokanlarda maalesef tarikatların başına ehil olmayan kişilerin geçmesiyle başlar. Bu kişiler hakikatten uzaklaşıp hayal dünyasında kendi menfaatleri için ümmetin imanı ile oynamaktadırlar.

Son yıllarda Diyanetin yaptığı araştırmalara göre Türkiye’de 1383 tane bidat ve hurafe olduğu tesbit edilmiş. Şüphesiz İslam’ı bozucu, sadeliğini ve saffetini yok edici bu bidat ve hurafeleri kimileri kasıtlı olarak, kimileri eski inanışlarının kalıntısı olarak, kimisi örfünü, âdetini, töresini zararsız görerek, kimisi de şeyhinin, Pirinin sünneti kabul ederek bu aziz Dinin içine sokmuşlardır. İçerden ve dışardan Din’e sokulmak istenen uydurmaları, bidatleri, hurafeleri adeta ince elekten geçirip, Dini Asrı Saadetteki asli hüviyetine, saffet ve sadeliğine kavuşturmak için canla-başla mücadele etmeleri gerekmektedir. Hurafenin dinde yerinin olmaması ve bilinçli bir şekilde kasten amel eden ve dinmiş gibi başkalarına empoze ediliyorsa, yani hurafe ve bidat ile meşgul olan bu kişi veya kişilerin akıbeti ateş olduğunu Efendimiz (as )bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Sünnetime ve benden sonra gelen Raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın. Ona azı dişlerinizle yapışın. Dinde sonradan çıkarılan işlerden sakının. Zira her bidat sapıklıktır, her sapıklık ta ateştir.” (Ebu Davud, sünne:6)

Burada şunu da söylemek gerekir İslâmiyet’in rûhuna aykırı olmayan kültürel unsurlarının da bâzı çevrelerce bidat ve hurâfe olarak telâkkî edilmesi ifrat bir yaklaşım tarzıdır. Çünkü eşya hakkında aslolan ibâhadır; yâni bir şeyin haram ve yasak oluşuna dâir bir hüküm yoksa onun mubah ve helâl olduğu kabûl edilir. Bu kişiler helal dairesini kısaltarak insanların İslami yaşamaları noktasında büyük bir engeldirler.

Bugün, Müslümanları en çok bidat, hurafe, sapıklık ve sapkınlıklar gibi konular yormaktadır. Çünkü ahirzaman da yaşıyoruz ve at iziyle it izi birbirine karışmış. Bunlardan bazılarını burada yer vereceğiz. Bize gelen sorular üzerine mevcut hurafe ve bidatlardan birkaç sözler ve fiiller:

“Ya şeyh beni kurtar” deyince şeyhim bana himmet etti kurtardı demek doğru mudur?

Ya şeyh hazretleri, ya veli bana yetiş gibi sözleri söyleyerek kurtulduğunu iddia etmek doğru değildir. Yardım, sığınma, dua talebinde bulunma gibi durumlar sadece cenabı Allaha yapılması gereken ibadetlerdir. Ondan başka varlıklara direk bu şekilde tanımaların yapılması doğru değildir. Fakat bir kişi Allah’a dua ederken “Ya Rabbi, Resulullah efendimizin hürmetine veya başka salih zatların hürmetine; kutsal mekan ve Cuma zamanının hürmetine, ya da Esmaül-Hüsna’nın hürmetine… gibi, sözlerle kendisinin affı için Cenabı Allah’a dua etmesinde bir beis yoktur. Böyle dua etmek caizdir.

Şeyhin hizmetinde bulunan kişi yada tarikatımıza ilthak eden cennete gider sözünün İslam da yeri var mıdır?

Bu bidat ve hurafelerden; şeyhin herhangi bir hizmetin de bulunan, y ada meşrebine mensup olan, doğru yanlış kendisine itaat eden ve herhangi bir şekil ile taallukatı bulunanın, sorgusuz cennete girer gibi söylemler tamamen dini suiistimal etmektir. Âyet-i kerîmelerde buyulur ki: “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 39) “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır…” (el-Bakara, 286)

Kendisini amel-i sâlihlerle donatmadan; “‒Ben filân kimsenin eteğine yapışırım, o beni kurtarır.” gibi hayal ve vehimlere kapılanlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Zira kimse kimsenin yerine ölmediği gibi, âhirette de hiç kimse bir başkasının hesâbını üstlenmez. Dolayısıyla herkesin kendi derdine düşeceği mahşer gününde ilâhî rahmete ve Efendimizʼin şefâatine nâil olabilmek için; bugün tevbe, istiğfar, ibadet ve sâlih amellere sarılma mevsimindeyiz. Önümüzdeki; kabir, kıyâmet, mahşer, hesap, Sırat gibi zor ve çetin geçitlere, bugünden hazırlanmak mecburiyetindeyiz.

Şeyhim gaybı bilir, benim içinden geçenleri bilir demek doğru mudur?

Şeyhim gaybı bilir demek son derece yanlıştır. “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başkası gaybı bilmez.” (Neml, 27/65) “De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.” (Yunus 20) Gaybı Allahtan başkası bilemez Evet, Allah’tan başka gaybı kimse bilemez. Bilir demek küfürdür. Bir gün Resulullah efendimizin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullah efendimize ulaşınca, “Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir” buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular.

Ayeti kerime ile, konunun açık bir şekilde hükmünü ortaya koymak adına, Cenabı Hak; bütün insanların efendimize hitaben: Deki: “Allah’ın dilemesi dışında, kendi nefsim için (bile) yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı daha çok artırırdım ve (önceden tedbir alacağımdan) Bana hiçbir kötülük de dokunmazdı. Ben sadece, iman eden bir topluluk için, ancak bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.” (Araf;188) De ki: “Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.”(Enam 50)

Âyette Hz. Peygamber’in mutlak olarak gelecek hakkında hiçbir şey bilmediği değil, Allah’ın bildirdikleri dışında gaybı bilmediği ifade edilmektedir. Çünkü geleceğe dair her konu gayb sayılamaz; insan, tabiat kanunları denilen Allah’ın evrendeki yasaları hakkındaki bilgisi, deneyimi ve aklı sayesinde gelecek hakkında bazı kesin bilgilere sahip olmakta, bazı tespitler yapabilmektedir.

Tövbe kâmil bir şeyhin yanında ancak kabul olur. Şeyh ölse, tövbesini tekrar yerine geçen yeni şeyhin yanında tazelemesi gerekir gibi sözler söyleniyor. Bu konuyu aydınlatır mısınız?

Bu sözlerin İslam da yeri yoktur. Tövbe Allaha yapılır, istediği yerde istediği zamanda tek veya cemaat halinde tövbeleri Allah kabul eder. İslam da ruhbanlık sınıfı yoktur. Ona götüren yollar çok tehlikelidir.

"Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah'tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim." (Buhârî, Tirmizî) Peygamber efendimiz bile günde yetmiş defa tevbe ediyor. Bir kişi başkasına tövbe veremez. Tevbe Cenabı hakka karşı yapılır. Bütün peygamberler Allaha yalvarmış tövbe etmişlerdir. Hz. Adem as ile Havva annemiz Arafat da tövbe etmişlerdir ve bu tövbe islamın bir şiarı olmuştur. Binlerce hacı Arafatta ellerini açar ve Allaha dua eder.

Tarikatlarda şeyh vefat ettikten sonra, şeyhinin ruhu daha çok gelir tasarrufta bulunur ve herkese koşar gibi sözleri doğru mudur?

Bu sözün İslam da yeri yoktur. Yüz yirmi dört bin peygamber var böyle söylemler ile peygamberlerde bile olmayan güçleri şeyh dediğimiz insanlara tahsis etmiş oluyoruz. Hz. Peygamber (asm)'in, kızı Fatıma’ya, “Ey Fatıma! Amelinle kendini ateşten kurtar. Yoksa ben de seni kurtaramam!” şeklindeki hatırlatması, çok manalıdır.

Efendimizin dahi, Allah’ın ona dilediği dışında ne kendisine nede ailesine veya bir başkasına fayda ve zarar vermezken, cahilane hiçbir bilgisi olmaksızın kendini tarikat şeyhi ve veli olarak ortaya atılan zevatlar, Allah’a iftira da bulunarak, güya Allah adına maddi ve manevi tasarruf sahibi olmuşlardır. Bu gibi durumlar yüce dinimize büyük bir iftiradır. Aynı zamanda büyük bir yalandır.

Kendilerini belli derecelere çıkartanların, “bize yazdırıldı”, “başta efendimiz olmak üzere, birçok sahabe, evliya ve mukarrebin ile görüşüyoruz ve peygamber efendimiz sohbetlerimize katılıyor” demeleri, tarikatlarda şeyhleri istedikleri zaman Resulullah efendimiz ile görüştüklerini iddia ediyorlar bu konu hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Büyük iftiralardan biride, şeyhim haşa Allah’la, Resulullah’la konuşuyor ve bize oradan bazı sözler getiriyor gibi sözler, insanı küfre götürecek iftiralardır ve İslam da kesinlikle yeri yoktur. Bunları yapanlar kendilerine ikbal devşirmek maddi menfaat elde etmek için müridleri uyuttukları birer argüman haline geldi. Bu sözlerle ne ocaklar yıkıldı, ne ocaklar battı. Bana yazdırıldı demek ne demek yani sana Cebrail mi geldi, yoksa cenabı hak mı sana yazdırdı. Böyle iddia etmek peygamberlik iddiası değil midir? Kuran ve sünnet dışında yeni bir kaynağın olduğunu mu iddia ediyorlar. Bu iddiaların şüphesiz İslam da yeri yoktur. İnsanların akılları vardır duyguları vardır. İnsanlar öğrendikleri ilimler ile güzel şiir de yazabilir. Lakin hiçbir şair bu dizeler bana yazdırıldı demek. Kim ne yazıyor ise söylüyor ise bundan sorumludur ve büyük günah işlemektedir.

Tarikatlarda şeyhten tövbe almak gibi şeyler var. Hatta şeyhin ip uzatması müridin ip tutması vs. şeklinde şeyler var. Bunların bir dayanağı var mıdır? Tarikatların bu tür uygulamaları hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Şeyh tarafından bir ipi uzatarak yüzlerce insanın tutarak iletişime geçerek tövbe vermek gibi davranışlar uygun değildir. Tövbe etmek Kur’ân’ın bir emridir. Resulullah Efendimizin (sav) bir tavsiyesidir. Fakat bazı tarikatlılardaki tevbe etme şekli sanki şeyh tövbe ettiriyor ancak böyle yapılıyor demek böyle bir anlayışa sebebiyet vermek doğru değildir. Yoksa insanlar bir camii de topluca ellerini Allaha açıp dua edebilir ve Allaha tövbe edebilir. Böyle yapılsa kim ne diyebilir. Tevbe İslâm'da vardır ve vaciptir. Şeyh vasıtasıyla tövbe almak veya ip uzatmak tarikatın adabı içinde gelişim gösteren bir uygulamalar yapılsa da bu noktada en önemli husus İslâm'ın ortaya koyduğu temel prensibin zedelenmemesidir.

Âlim’e veya şeyhine bir şey ikram ederse 70 peygambere ikram etmiş gibi olur, şeyhim nerede olursa olsun bana istediğim zaman yardım eder sözünün İslam da yeri var mıdır?

Bu söz İslâm'ın ortaya koyduğu temel prensiplere aykırıdır. Kur'an ve Sünnet eğitiminden yeterince nasibini alamamış Müslüman kitlelerin önüne bu gibi sözler sunulmaktadır. Kur'an-ı Kerim ve ilk İslami uygulamalar ışığında incelendiğinde teoriğinden pratiğine kadar ilk zaman züht ehli takva ilim ve takva sahibi insanlar vardı şimdi ise tasavvufun islam'dan aldığı unsurlardan daha çok İslam dışı unsurları içine aldığı görülmektedir. Osmanlı zamanında da bu tür sapmalar yaşansa da ilim sahibi ulema tarafından hizaya getirilmiştir. Bugünde cahiller tarafından suiistimal edilen bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Kesinlikle bir filtreden geçirilmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, İslam herşeyin üstündedir ve hiçbir şeye feda edilemez. İslam Yüce Allah'ın insanlığa rahmeti ve saadetidir. Hak ve adalet hiçbir ekol veya kişi için feda edilemez ve gizlenemez. Birtakım kişileri veya uygulamaları savunmak yahut kurtarmak gayretiyle İslam’ın ruhuna aykırı tevillerle işin gözardı edilmesi kesinlikle doğru değildir.

Keşke iddia ettikleri gibi olsaydı da Gazze’de 68 bin şehit verirken, İsrail’in birkaç uçağını düşürebilseydiler…

“Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır.” Sözü doğru mudur?

Bu gibi sözlerin yada vesile olmadan bir aracı olmadan Allah’a varılmaz gibi sözler islamın içine sokulmuş hurafelerdir. Allah’a vesile ile ulaşmak demek; iman ve ameli salihtir, unutmamak gerekir. “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, İşte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese; 34)

İmam Malik’ten: Kim ki fıkıh ilmini öğrenip te tasavvufta (yani ihlas ve ezkarda bulunmazsa) o kişi fasıktır. Kim ki tasavvufa bürünüp fıkıhtan mahrum ise o kişi zındık olur, sözüyle kişinin tek rehberi kur’an ve sünnettir .”

Bir kişinin ne kadar günahı olursa olsun tarikata girdiği zaman tüm günahları gider şeyh onu cennete götürür gibi sözlerin İslam’daki yeri nedir?

Bir kişinin günahı ne kadar çok olursa olsun Allaha yalvarıp tövbe etmesi ile ancak Allah onun günahlarını affedecektir. Herhangi bir tarikata girerek bir şeyhe bağlanırsa şeyh onu ateşten kurtaramaz. Şeyh önce kendisini kurtarsın. Kuran ve sünnete aykırı itikatlar bu sözle tövbe vesilesi değildir. Kurana ve sünnete aykırıdır.

Yani fıkıh tasavvufsuz, tasavvuf da fıkıhsız yaşamak doğru değildir. Deki: ”Allah’ı bırakıp, size bir yarar sağlamaya da bir zarar vermeye de gücü yetmeyen şeylere mı kulluk yapıyorsunuz? Allah, her şeyi duyan, her şeyi bilendir.” (Maide 76)

Bazı hocalar duaları okuyarak zengin olacağımızdan bahsediyorlar bu doğru mudur?

Kim ki “Vakia” süresi okur ise, asla fakirlik o okuyana isabet etmez ve onun çalışmasına gerek yoktur” gibi sözleri çokça duyuyoruz. Kesinlikle doğru değildir. Şayet doğru olsa önce kendileri cemaatlerden para toplamazlardı. İslam çalışmayı emrediyor, tembellikten de insanların kurtulmalarını emrediyor. İslam boş duranı sevmez. Bir mümin tüm vesilelere sığınır ve Allaha dua eder, bu güzel bir şeydir. Lakin sen bu duayı oku kesin zengin olacaksın denemez. Bu asla doğru değildir.

"Sizden Hiçbir Ücret İstemeyenlere Uyun, Onlar Doğru Yoldadırlar." (Yâsin: 21) sözde şeyhler önce kendilerini zengin etmeyi bıraksınlar. Hiçbir iş yapmadan bu kadar mal varlığına sahip olmak doğru bir hareket midir? Tabii ki değildir…

Mezkûr ayetleri ve hadisleri dikkati nazara alınırsa apaçık bir şekilde (Araf; 188) de Allah’ın kâinatta en sevdiği Resulullah (as)’a: “Deki Allah’ın dilemesi dışında kendi nefsim için bile yarardan ve zarardan hiçbir şeye malik değilim” kulluğunun ibrazı ile sözüm ona bugünkü kendini bilmez bazı tarikat şeyhleri haddini aşarak, tabilerine hayatta veya mematta fayda ve zarar vereceğini iddia etmektedirler.

Her Müslüman İslam'ın kendisine yüklediği sorumluluğu İslami çerçeve içinde yerine getirmeye çalışırsa gerçekler gün yüzüne çıkar ve batılın uzun süre hükmünü sürdürmesi mümkün olmaz.

“Onların çoğu, Allaha ancak ortak koşarak Allaha iman ederler”(Yusuf:106)

Dr. Hasan Yakut/ Medine İslam Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu- Emekli Müftü- Fatih Mehmet Üniversitesi Öğretim Üyesi