Coğrafya bir bütündür kuşkusuz. Bu bütünlük idrakimiz siyasi ufkumuzun, teknolojik ve askeri kapasitemizin ve nihayetinde finansal altyapımızın ulaştığı son hadde kadar hükmünü icra eder. Bir süredir devam eden yazılarımızda az da olsa bu coğrafi bütünlüğe dikkat çektiğimizi dikkatli okurlarımız fark etmişlerdir. Ancak, ilk defa bu derece güçlü bir şekilde coğrafi bütünlüğe ve ilişkili hususlara bu girişte yer vereceğiz. Nedeni konumuz geliştikçe daha da tebellür edecektir. Özellikle Kafkasya ve Doğumuzdaki bölgelerin oluşturduğu coğrafyanın kendisinin değeri bir ise bizi irtibatlandırdığı bölgeler açısından değeri kat kat fazladır.
OSMANLI GÜCÜNÜ BESLEYEN NÜFUS KAFKASYA VE İRAN ÜZERİNDEN GELDİ
Zira bu coğrafya, bizatihi kendisi de sui generis bir dikkate layık olmakla birlikte, bir kere güneyde Basra Körfezine Irak-ı Aceme kuzeyde ise Deşt-i Kıpçak sahasına bitişiktir. Doğusunda ise Çin’in içine kadar uzanan Türk Cumhuriyetleri ve ortak beşeri havzaları bulunmaktadır. Şu halde bu bölge jeostratejik bir konumda olduğu gibi bizi tarihte ciddi anlamda beşeri açıdan besleyen, bizim kültür havzamızla yüksek oranda benzerlikler içeren bir bölgedir. Dolayısıyla salt bir politik nüfuz alanı ya da imkanı değil asli bünyemizin mütemmim cüzü (Tamamlayıcı parçası) olabilecek bir bir bölgedir. Nitekim İran’da Safevi Devleti kuruluncaya kadar Osmanlı Gücünü besleyen nüfus Asya’dan bize Kafkasya ve İran üzerinden gelmiştir.
CİHAN DENİLDİĞİNDE EN CEZB EDEN YER BATI OLDU
Ne yazdık ki, bizim tarihimiz Doğudan Batıya yönelmiş bir tarihtir. Batıdan Doğuya akış bir anlamda nehirlerin ters akması gibi bir olaydır. Bunun nedenlerine gelince birincil nedenler Asya içindeki yaşam imkanlarının azalması kuraklık ve çölleşme, en doğuda yer alan devasa Çin gücünün dayanılmaz baskısı ve asimilasyon kabiliyeti, ardından Cengiz ve Timur devletlerinin dehşet veren saldırıları gibi negatif nedenlerdir. Nitekim Hilmi Ziya Ülken Osmanlıda nüfusun büyük oranda Moğol akınlarından saldırılarından kaçan ve büyük kısmı da kılıç artığı Harzem topluluklarının oluştuğunu yazar. Bu durumun bugün bile bizde izlerinin kaldığını, adeta nesiller arası transfer olan duyguların kaybolmadığını söylemek mümkündür. İkincil nedenler ise pozitif karakterlidir. Osman Turan’ın efsunlu ifadeleriyle daima Batıya ilerlemek, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresini” gerçekleştirmek için fetihler yapmaktır. Cihan denildiğinde ise bizi en fazla Batının cezb ettiğini söylemek yanlış olmaz.
Gerçi bu tavırda biraz da Doğunun bitmeyen kavgaları ile birincil nedenlerde yer alan risklerden kaçınmak da vardır. Böylesi neredeyse tamamen Batıya dönük bir bağlamda Kafkasya, İran ve bu seddin ötesindeki havzalarla ilgili köklü bir politika inşa edilmemiştir. Osmanlı Gücünün Kafkasya ve İran Savaşları fetih ve nizam kurmak değil, savunma harbi yapmaktır. Vakıa bölgenin asli güçleri böylesi bir kökleşmeye izin de vermemişlerdir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bölünmesinden sonra dinamik güçler artık hep Batıya ilerlemiştir. Doğu artık büyük oranda tehlikelerin geldiği yerdir. Yassıçimen, Kösedağ, Ankara Savaşı hezimeti, Otlukbeli Savaşı, Çaldıran Savaşı, Bağdat ve Irak Seferleri büyük ölçüde savunma kaygısı ve realitesinin ağır bastığı savaşlardır. Neticeleri de ne yazık ki, ya salt askeri olmuş ya da daha iyi ifadesiyle hakimiyet sağlansa bile köklü nizam kurulamamıştır. Sadece tarihte bir proje, Don ve Volga Kanal Projesi, Kafkasya’yı da etkileyecek ama daha büyük etkileri olacak bir girişim olarak dikkati çekmektedir. Kanalın inşaatı ile Hazar Denizini Karadeniz’le birleştirerek İran ve Türkistan’la bağlantı sağlamak, tarihi Türkistan-Astrahan- Kırım ticaret yolunu canlandırmak, İran ve Rus Savaşlarında asker ve lojistik transferini kolaylaştırmak mümkün olacaktı. Ayrıca bu projenin Orta Asyaya erişimle başka beşeri mühim sonuçları olacaktı.
İlk kez 1563 yılında düşünülen projenin inşaatına 1569 yılında teşebbüs edilmiş ise de Ordu komutanlığı ve inşaat için liyakat sahibi olanların tercih edilmemesi, Kırım Hanı Giray Hanın bu proje gerçekleşirse önemini kaybedeceği kaygısı, Rusların saldırıları gibi nedenlerle başarısız olunmuştur. Tarihçi “Bazı işler her kişinin karı değildir, Hünkar kişinin karıdır, bizzat padişah bu işi üstlenmeliydi” demiştir (Ziya Nur Aksun). (Şunu söylemeliyim ki, bu proje tarihimizin belki de Ergenekon Efsanesinden sonra ikinci sıraya koyabileceğimiz önemde bir projeydi. Modem haritacı ve jeopolitik teorisyeni I. Bowmen’ın ifadesiyle “Yeni bir jeopolitik yaratacak” mahiyetteydi. Diğer yandan, birinci derecede inisiyatif sahibi olduğumuz bir projeydi.) Bu fırsat kaçtıktan sonra, Rus Çarlığının gelişmesi ve Orta Asya’yı Rus tipi sömürgeleştirmesiyle birlikte bu kez Kafkasya üzerinden Rus Saldırıları başlamıştır. Bu kez Erzurum’a kadar Batıya Trabzon Bitlis hattına kadar da Kuzey ve Güneye Rus askeri işgalleri görülmüştür.
KAFKASYA VE İRAN KONUSU ÇOK GEÇ ELE ALINDI
Çok geç bir tarihte Kafkasya ve İran konusunun ele alındığını görüyoruz. Mesela İran’da bir Osmanlı’ya müşahit bir hükümet kurdurulduğunu, askeri sınıfların bizde yetiştirildiğini hatta yetişenlerin Osmanlı doğu ordularında staj yaptıklarını Teşkilatı Mahsusa raporlarından ayrıntılı olarak okuyoruz (Ahmet Tetik, Teşkilatı Mahsusa). Ancak, Cihan Savaşının büyük devletleri İngiltere’nin, Rusya’nın hamleleri ve büyük resimdeki galibiyetlerinin bu kıymetli çalışmaları da akim bıraktığını müşahede ediyoruz. Enver Paşa ve Bahaettin Şakir’in Kafkasya’yı aşarak Rusya müslümanları içinde isyan çıkartma projesi ve hayalinin de realitenin soğuk dişleri arasında ezildiğini görüyoruz. Nasıl ezilmesin ki, Erzurum’daki 3. Ordu komutanı Hasan İzzet Paşa Kafkasya harekatı için Van’dan başlayan Kuzeye kadar geniş bir bölgeyi kapsayan lojistik ve sorumluluk bölgesini düşünmemiz gerektiğini vurgularken, idealist milis gruplarının kurmay askeri coğrafya bilgileri, algıları yeterli değildir.
Halbuki Arif Şair nasıl da büyük bir yetkinlikle anlatır Van’ı merkez aldığı coğrafyanın büyüklüğü ve vüsatini:”Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur/ Bir yanın seccade Acem mülküdür”. Aynı Hasan İzzet Paşa Sarıkamış Harekatına karşı çıktığı için Enver Paşa tarafından görevden alınacaktır. Bazen akıl ve basiret devletten nefy ü hicre maruz kalıyor. Dönemin olaylarından geriye kalan Enver Paşa adına söylenmiş hamasi marşlardır. “Kafkasya dağlarında çiçekler açar/ Altın güneş orda sırmalar saçar.”, “Hoş gelişler ola kahraman Enver Paşa/ Bir emir ver orduna/ Kafkas Dağını aşa... Cephede mitralyöz ayna gibi parlıyor/ Türkistan Türkleri kucak açmış bekliyor.” Vakıa bu marşlar daha sonra İzmir Marşı ve Hoş Gelişler ola Mustafa Kemal Paşa gibi Mustafa Kemal Paşa için söylenecektir. Sarıkamış Faciası öncesinde Enver Paşanın 3. Orduya yayınladığı emirden şu cümleler sadece Doğu Politikamız değil, askeri stratejilerimiz açısından nasıl bir ruh halinde olduğumuzu göstermektedir. “Askerler hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınız, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm. Fakat karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda saldırarak Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü bolluğa kavuşacaksınız. İslam dünyasının bütün umudu, sizin son bir yardımınızı bekliyor” (Cihan Harbinde Türkler;Tunca ve İclal Örses).
Kafkasya ve Doğu politikamızın başarısızlığı hatta yok denecek kadar kötü inşa edilmiş oluşu ülkemizin Doğu bölgesini ihata etmemizi bugüne kadar zorlaştırmıştır. Zira bu bölgedeki illerimizin her birinin sınır ötesiyle bütünleşen uzantıları, ilişkileri ve ihtiyaçları vardır. Bu konuyu müzakere etmeyi merkezden muhite değil, muhitten merkeze bir perspektiften yapmaya çalışacağım. Zira bir anlamda, ülkemiz de Kafkasya da Doğumuzdaki diğer güçler de büyük güç görüntülerinin, ittifaklarının, hatta bizatihi kendilerinin uzantıları, araçları ve parçalarıdır. Ana muharrik gücü tespit ve araçlarını teşhis etmeden yerel planda başarı, bağımsızlık ve güç atfedilmesi tevehhümden ibaret kalır. Bir güç ve güç ilişkisi modeli oluştururken kadim bir Hint düşüncesinden yararlanmak yararlı olabilir. Bu modelin merkezinde hükümdar bulunmaktadır. Diğer devletler bu merkezin çarklarıdır. Hükümdar komşusu olan devletin komşusu ile ittifak kurarak, komşusunu çarkın dişlisi arasına alır. Bu ittifaklar silsilesi böylece devam eder. Çark döndükçe rakip güçler konumlandırıldıkları dişliler arasında çark döndükçe ezilirler (H. Kissinger; Dünya Düzeni). Bu güç ilişkileri modelini sunmaktaki amacım, İçinde bulunduğumuz konumu sorgulamamızı sağlamak.
Büyük güçlerin tahrikiyle dönen çarkın içinde hangi devletin sıkışıp ezildiğini, hangi gücün bu dönüşlerden beslenip büyüyüp serpildiğini idrak etmek mümkün olmayabilir. Dünyanın bazı bölgeleri gibi Kafkasya da daha fazla büyük güçlerin jeopolitik uzantılarından ve hedeflerindendir.
Kafkasya ve önünde bir bend gibi durduğu Orta Asya Havzası, Kafkasya’nın üzerinde yükseldiği İran vadileri, Afganistan platosu velhasıl bu devasa bölge tarihte hiç olmadığı ölçüde küresel büyük güçlerin çatışma alanları olmuştur. Bazı küçük farklarla ki, bazı bölgeler kilittir, bazları anahtar, bazıları bent ve kale, bazıları zenginlik kaynağı...Her bir bölgenin yerel hakimleri olduğu gibi bugün artık gerçek büyük hakimleri vardır. Bilmek gerekir ki, büyük güçlerin bölge üzerindeki gölgeleri, etkileri daha güçlüdür.
Giriş yazısı çerçevesinde genel olarak belirtmek gerekirse bölge süratle ve bazen akıl almayacak algoritmalarla büyük güçler arasında el değiştirmektedir. Rusya Çarlık Döneminde, SSCB döneminde, bugüne kadar gelen yeni dönemde bölgede güç kullanabilen, derin etki sahibi bir güçtür. Özellikle 1990’lar sonrası Anglo-Sakson İttifakı kaba güce başvurmadan Rusya’yı paylaşıma icbar etmiştir. Mesela 1994 yılında Azerbaycan petrollerinin küresel pazarlara Azerbaycan üzerinden sevk edilmesi, BTC boru hattından aslan payını alan İngiltere'nin 2000’li yılların başında Türkmenistan’da gaz rezervleri keşfi ve elde ettiği haklar, ABD’nin devlet olarak bölgeye nüfuz etmeye çalışması, vb hususlar Anglo-Sakson kampın elde ettiği başarılar çerçevesindedir. Tabi ki bunda Haydar Aliyev gibi yerel ama Politbüro tecrübesi olan liderlerin Moskova’yı ustalıklı manevralarla pazarlığa oturtmalarının da rolü vardır. Ancak, bunlara rağmen Kafkasya’da en etkili etnik yapı yönetimini yapabilen güç Rusya'dır. Rusçanın ve Rus kültürünün etkisi Kafkasya ve Orta Asya’da canlılığını korumaktadır.
Ancak şunu bilmekte fayda vardır ki, yaşamın dinamik bir doğası vardır. Özellikle devletler arası güç ilişkilerinde ikbal ve kudret hızla yer değiştirir. Bu öyle bir hakikattir ki, Mukaddes Kitabımızda “İşte bu Allah’ın günleri ki insanlar arasında döner durur.” 2000’li yıllardan sonra Çin’in Kuşak Yol Projesi çerçevesinde bütün bölge güçlerine nüfuzu tarihi süreç içinde garip ve daha önce olmamış bir durum ortaya çıkarmıştır uzakdoğunun bu dev gücü tarih boyunca hep yuvasında kendi sınırları içinde kalmıştır. İpekyolunda taşınan Çin malları güzergahtaki devletlerin güç ve ittifak yapılarını değiştirme amacı taşımamamıştır .
Ancak günümüzde Çin adeta kadim Hint modelinde olduğu gibi merkezinde kendisinin yer aldığı bir güç çarkı inşa etmektedir. Ana muharrik güç olarak bu güç zincirindeki hangi ülkenin hangi dişliler arasında olacağını ustaca belirlemektedir. Ancak, bu ağırlıklı karasal proje Kızıldenizde yaşanan büyük güvenlik sorunlarına rağmen deniz yolu taşımacılığını ikame edebilecek düzeyde değildir.
1917 yılında 69 ülkeye ulaşan proje bileşenlerin mevuzatarının, teamüllerinin, çıkarlarının, vb harmonizasyonu ciddi sorunlar yaratmaktadır. Mesela taşımacılık deniz yolu taşımacılığına oranla hem uzun sürmekte hem de pahalıdır. Yine de Çin devinin ayak sesleri ve etkisi artık dikkate alınması gereken bir yeni durumdur. Yükselen Çin ve bizimle ilişkileri konusunda derli toplu bir siyaset belgemizin ve yol haritamızın varlığı konusunda kuşkuluyum. Batı kampının NATO üzerinden Kafkasya devletleriyle ilişkileri son yılların kayda değer bir olayıdır. Kaza İsrail’in Azerbaycan ve diğer Türki Cumhuriyetlerde değişen yoğunlukta faaliyetleri, etkisi dikkate değerdir.
İçimize yönelik bir tespit yapmak gerekirse, bölge topluluklarının hatırı sayılır nüfusu bizde yaşamaktadır. Bu farklı etnik grupların ana yapımıza entegrasyonu konusunda tam başarılı olamadığımız aşikardır. Aslında entegrasyon ve asimilasyon kapasitemizin bütün sosyal gruplar için geçerli olduğunu belirtmek abartı sayılmaz.
Tarihi ve nostaljik atmosferde başladığımız bu mütevazı giriş yazısını yine aynı hissiyat ile bitirelim. Ahmet Cevad Hacıbeyli’nin Nuri Paşa’nın kumandasında Osmanlı askerlerinin Azerbaycan Türklerini Ermeni ve Rus soykırımından kurtarmak için yaptığı fedakârlığa vefa ve minnet duygularıyla yazdığı şiiri hepimiz biliriz:
“Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına Ah diyerdim heç ölmezdim düşebilsem ayağına Ayrı düşmüş dost elinden yıllar var ki çarpar sinem Vefalıdır geldi giden yol ver Türk’ün bayrağına”
Gence’de yazılan bu şiiri her dinlediğimde gözlerim yaşarır. Bugün Karadeniz hala çırpınmaktadır. Küçük bir ilave de yapalım, şiiri yazan bu yüksek ruhlu vatansever şairi 1937 yılında Stalin tasfiyesinde öldürülmüştür. Ruhu şad olsun.
Ezcümle kıymetli dostlar, Kafkasya ve Doğu politikamızı yeniden gözden geçirip, rasyonel temeller üzerinde kapsamlı, mevcut durumun bütün bileşenlerini içeren hedefe matuf müstakil yaşamsal politikalar inşa etmeliyiz.