Tarihi kayıtlardan Osmanlı dönemi çıkarılsa, tarih yazılamaz!
Ne Avrupa, ne Asya, ne Afrika ne de Hind alt kıtası kendini tanımlayamaz.
Aynen, ‘’İmami Rabbani, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Nakşibendi, Harezmi, İbn Heysem, Uluğ Bey, Piri Reis, Ferazi, Ferganî, Birûnî, Sabit b. Kurrâ, İbn Battuta, Evliya Çelebi, Kindî, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Gazzali vs nice Müslüman alimlerin insanlığın en temel ilmi değerlerinin temellerini atmasındaki etkisi gibi Osmanlı ecdadımızda tarih ilminin nirengisidir. Merhamet, adalet, ahlak ve ilim merkezli bir dünyayı inşa eden ecdadımızın emanetini temelde son üç asır, özelde ise son bir asır hakkıyla muhafaza edemedik.
Kaçınılmaz gerçekleşti ve biz; Allahımızın bize lütfettiği süper devlet nimetinin şükrünü hakkıyla eda edemediğimiz için devletimiz yıkıldı.
3 mescidimizi hakkıyla himaye edemediğimiz için Mekke ile Beytullahımız Kâbe, Medine ile Ravza-i Mutahharamız ve Kudüs ile de Mescid-i Aksamızın himayesi elimizden alındı.
Hasretiz!
Dilhunuz!
Pişmanız Ya Rabbi!
Öyle ki nice yıllar Kâbe yolumuz dahi bize kapandı! Hacılara müsade etmediler! Bizi Kâbe’ye, Ravzamıza ve Aksamıza hasret bıraktılar!
Peki bu nasıl oldu? Yakın tarihin yaşayan tanıklarından merhum ve mağfur, Resulullah (s.a) Efendimizin aşığı, Merhum ALİ ULVİ KURUCU Hocamızdan nakledilen şu aşağıdaki hatırayı ibretle okuyarak anlayabilirsek yine dün ecdadımızın başardığı gibi bugün ve yarın biz; yine ilmin, adaletin, ahlakın ve tarihin öznesi olabiliriz.
Ecdadımız başardı, bizde başarırız inşAllah.
İşte o ibretlik hatıra:
“1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım için ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:
“Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”
“Var Elhamdülillah.” dedim.
Tekrar sordu:
“Kaç kişiler?”
“Yüz elli bin” dedim.
“Yüz elli bin mi?” diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu.
Kendisine: “Verdiğim bu haber, zat-ı alinizi çok duygulandırdı, hislendirdi. Acaba hikmeti ne olabilir?” diye sordum.
Şu cevabı verdi:
“Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye’nin başını yemekti!!
İngiliz heyetinin baş murahhası olan Lord Gurzon’un teklifi Türkiye’nin bir Hristiyan devleti olmasıydı.
Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hakim olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı.
Laiklik, (batı dünyasında olduğu gibi) “din ve vicdan hürriyeti’’ manasına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı” dedi.
O sırada Bekir Bey dayanamayarak, “Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar” dedi.
Ali Ulvi Bey, Muhammed Nasır’ın ağzından anlatmaya devam etti:
“...Fakat Allah’a hesapsız şükürler olsun ki düşmanların bu plânları akim kaldı, muvaffak olamadılar. Çünkü sizin kahraman ecdadınız İslâmiyet uğrunda büyük bir ihlas ve samimiyetle kan dökmüş, milyonlarca şehid vermişler. Şehid olurken de şu samimi ifadeler ile niyaz etmişler:
“Allah’ım gelecek neslimizin imanı sana emanettir. Onların maddî-manevî varlıklarını senin Hafız ismine havale ediyoruz. Zira bütün ruhumuzla inanıyoruz ki, senin hıfzına ve emanına teslim edilen bir emanet asla zayi olmaz.”
Şimdi yüz elli bin (150.000) hacının Türkiye’den geldiğini duyunca sevinç gözyaşlarını dökmekten kendimi alamadım:
“Ya Rabbi! Bu ne azametli bir tecelli sahnesidir. Cenab-ı Hakk’ın bu lütuf ve kereminin karşısında nasıl secdeye kapanmayayım? Ya Rabbi! Sen her şeye kadirsin. Cemalin güzel olduğu gibi, Celalin de güzeldir. Celalin olmasaydı, Cemalini nasıl müşahede ederdik. Zalimlerin bu ceberutları bu Türk vatandaşlarına hiç nefes aldırır mıydı?”
Sözlerini ağlayarak nakleden Medine-i Münevvere’de medfun Ali Ulvi Kurucu üstadımıza Allahımız rahmet etsin. Zalimlerin tam üç yüz yıllık şeytani batılılaşma şer planlarını İslam Medeniyetinin hayır planıyla bozan Allahımıza hamdolsun!
Mukaddes Beldelere gitmek için sırada kurasını bekleyen milyonlarca İlahi aşkla yanan gönüllülerin olduğu bu Ülkenin yeniden Dünya nöbetine gelmesini hiçbir güç asla durduramayacaktır!
Allahımız Haccın yollarını açtığı gibi Mescid-i Aksamızın da kapanan yollarını ebediyyen açsın!
Mekke-i Mükerreme’nin, Medine-i Münevvere’nin ve Kudüs-ü Şerif’in yeniden Muhafızı ve Muhadimi olmayı luffeylesin!
Kahraman Kassam Tugaylarıyla beraber, Sultan Alparslan’ın torunlarıyla Selahaddin-i Eyyubi’nin torunlarını yeniden Filistin’in Fethinin ebabil kuşu yani askerleri eylesin!
Siyonitlerin ve Emperyalist canavarların sonunu da Hitler’in ve Ebrehelerin sonu eylesin!
“Terörsüz Türkiye!” ideali için şart olan kardeşliğimizi, birliğimizi, dirliğimizi, maddi ve manevi tedbirlerimizi tüm Zalimlerin başlarına siccil taşları eylesin! Amiin.
Nefsimizde, ailemizde ve ülkemizde “İslam Sözleşmesi”nin uygulanması, Mescid-i Aksa’mızın, Osmanlıcamızın özgürlüğü, tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun. Amiin.
Selam, sevgi ve duayla.