YARALARIMIZ derin… Gündelik yaşamdaki acıları da sürüyor.
Artık insanlar uyarılması gereken hususlar söz konusu olduğunda muhatabını incitmeden, kişiliğini rencide etmeden, kalıcı hasarlara sebebiyet vermeden, küçük düşürücü aşağılamalara girişmeden bunu yapmıyor, yapamıyor.
Zira anlam dünyamızdan mecaz elini eteğini toplayıp hicret etti.
Lisanın imkanlarından ve kültürümüzün engin duygu hazinesiyle irfanından faydalanmıyor. Buna tenezzül etmiyor. Oysa zaten yaşadığımız çağın bir sonucu olarak üzerimize aldığımız onca stres yükünün üzerine bunun da eklenmesi hiç âdil değil.
Unuttuğumuz önemli hususlardan bir diğeri ise yaralayanın da yaralanacağı hususudur.
…
ÖLÇÜSÜZLÜK söz konusu olduğunda bu durum sınır tanımıyor.
Acımasızlık, acımasızlığı tetikliyor.
Öfke, öfkeyi çağırıyor.
Alttan almanın, sineye çekmenin, müsamaha göstermenin, “Belki de uygun olmayan bir zamanında” diyerek tolere etmenin modası çoktan geçmiş.
“Bana ağır konuşana ben daha ağır konuşurum” hevesindeyiz.
“Akara akar, gidere gider” felsefesiyle arttırdığı şiddetle var olma derdine düşmüş herkes.
Daha doğrusu böyle hayatta kalacağına, üstün geleceğine, başarı elde edeceğine, övgü alacağına, insanlara tahakküm ettiğinde saygı göreceğine inanmış, inandırılmış.
Ne kadar kötü bir döngü bu. Dönenip duruyoruz şiddetin acımasız çemberinde.
…
MECAZI kaybetmek hepimizi etkiledi. Mahvetti deyim yerindeyse.
Gökler kadar engin olan bu toprağın insanına ne oldu böyle? Ninnilerindeki geleceği iyilikle kurma, insaniyeti inşa etme, vatanına, milletine, bayrağına, inancına ve ülküsüne hizmet etme telkinlerini ne de çabuk unuttu.
Mecaz ile söz söyleme bilgeliği işte bunların peşi sıra kaybedildi.
Tökezlememiz bundan. Burnumuzdan kızgın solumalarımız bu sebeple…
Dinlemeye tahammül edemeyişimiz, açıklamaları kabul etmeye yanaşmamamız, muhatabı anlama yüceliğinden ırak düşmemiz bu parantezin içine sıkıştı.
…
LİTERAL şiddet denilen lanetli eylem mecazın kaybedilişiyle ortaya çıktı. Neydi bu peki?
Mecaza ihtiyaç duymamak demekti. Kinayeye tenezzül etmemek. Meramını, muhatabı örselemeden, yıkıma tâbi tutmadan dolaylı benzetmelerle ifade edebilmek anlamına geliyor.
Misallere başvurmamak ne kötü. Oysa ne çok meselimiz var. Töremiz kültürümüzü böyle mayalamış oysa. Hazine geniş. Bunlara başvurmadan “Dümdüz gitmek” esasen ne kadar da ayıplı bir davranıştı. Sahibini incitirdi evvela. Kişi kendine yakıştıramazdı.
İrfan kültürümüz kendine yakışık görmediğini bu sebeple başkasından esirgemeyi bize öğütlüyordu.
…
KALPLERİN birliği unutuldu.
Aynı hassasiyetlere sahip olduğumuz görmezden gelinince kendi kalbimizi pamuktan daha nahif sayarken başkalarının kalbini tunçtan demirden sandık. Yüklendikçe yüklendik. Dünya böyle bozuldu.
Deyişlerimize bakılsa, türkülerimiz incelense bize bu konuda ne kadar çok malzeme çıkacağını düşünemiyorum bile. Orada kullanılan metaforlar, benzetmeler, iğnemeler, dolaylı göndermeler, sevda kokan sitemler ne çok işimize yarar. Ama sadece ritme odaklanıp mânâdan koptuğumuz için bu muhteşem hazineden yararlanmak aklımıza bile gelmiyor. Ne kadar yazık.
Orada muhteşem bir literatür var ve hizmet etmek için bizi bekliyor.
…
KONUYA örneklik teşkil edecek çok fazla malzeme var ama bir numune ile yetineceğim. Hatay yöresine ait Muzaffer Sarısözen’in derlediği bir türkümüzün şu dizesine bakar mısınız, sitemini nasıl bir incelikle dile getiriyor:
“Şu karşıdaki dağda kar var duman yok / Benim sevdiceğimde din var iman yok”
Pek çok sanatçımızdan dinleyebilirsiniz ama benim tercihim Tuğba Ger’den yana.
Bir seyahat sırasında onun havalandırdığı bu türküyle ilk kez karşılaştığımda arabayı kenara çekmek zorunda kalmıştım. O kadar etkiliydi.
…
DİYORUM Kİ, mecaza geri dönelim. Yahut davet edelim. Kalbimizi yeniden ona açalım.
Son zamanların sevimsiz moda tabiri literal şiddetten uzaklaşalım. Dümdüz konuşmalardan el yıkayalım. Muhabbeti esas alalım. Metaforlardan yararlanalım. Şiire yaslanalım. Türkülerimize yüreğimizi tutalım.
İnsanları sözün şiddetiyle benzetmek yerine latif benzetmelerden yararlanalım. Hem kendimizi hem de başkalarını böylece imar edelim, bayındır kılalım. Sözün güzelliğine boyanalım. Ki, dünyayı en güzel renklerle boyayabilelim. Kelamın benzetme gücüyle kuvvet bulalım. Hayatın çirkinliklerine karşı direnç geliştirip eski kapasitemize kavuşalım. Hay olalım. Derinliğimizi basitlikte değil asalette arayalım. Zarafetle yeniden tanış olalım. Ferahlık bulalım ve bunu sunalım. Bu ise söz varlığımızı heba etmemekle, deyimlerimizi yeniden keşfetmekle mümkün. Kavramlarımıza sahip çıkmakla sağlanır.
Anadolu irfanı bunu Kur’an’daki örneklerden ve Efendimizin mübarek sünneti ile doğal yaşamın fıtri akışından yüzyılların imbiğinden süzerek oluşturdu.
Bize düşen sadece yararlanmak. Bunu bari yapalım. Attığımız literal şiddet taşlarının kendimize döndüğünü hayatın acı bir gerçeği olarak zaten kaçınılmaz olarak fark edeceğiz ama çok geç olacak.
Ya Selam!